Zaman Labirenti
Hep diyoruz ömür ne hızlı geçiyor diye ve zaman geçtikçe labirent daralıyor ve daha derin düşünmeye başlıyoruz. Ruhumuz mu daralıyor ufkumuz mu genişliyor bilmiyorum ama değişen bir dünya algımız mevcut. Belki de yitirdiğimiz zamanı yayıyoruz tüm vücudumuza, dokunsun istiyoruz her bir hücreye, kim bilir?
Öyle veya böyle, Afrika’nın en tehlikeli bölgelerinden birinde geçirdiğim ilk yılıma geri dönüp bakarsam, hayatta her zaman denk gelmeyecek ilginç tecrübeler ve farklı bir iş hayatı görüyorum. Kısıtlı alanda olabilecek maksimum yaratıcılıkla hayatıma devam ediyorum. Huzurlu ve sakinim diyelim. Arada yazmaya bile vaktim olmadığını görüyorum geriye baktığımda. Ne buraya yazabiliyorum, ne de şiir ve deneme yazabiliyorum. Hatta denemelerimden birini seslendirmek istiyorum ama maalesef geri plana atmak zorunda kalıyorum, to do list dolu. İyi kötü bir “zaman labirenti” içinde devam ediyorum işte. Hayatta aslında nerede olduğumuzdan ziyade, bulunduğumuz yerde neler yapabildiklerimiz önemli diye düşünürüm hep. Bir yerden sonra zaman kavramı üzerinden gitmek zorunda kalıyoruz. Çünkü o kadar değerli ki harcadığımız saniyeler, eksilen bir yaşam kotası. Bir ticari işletme gibi düşünün. Hesabını veremeyeceğiniz bir vergilendirme uygulayamazsınız. Ne yaptıysanız kayıtlı ve bir yerlere etki edecek şekilde olması lazım. Kaçak bir iş yapma durumunuz yok, net olmalısınız. Uyguladığınız zamanı değerlendirme politikasına göre, sizinde çıkarımlarınız ve kazançlarınız olacak. Bir saniyeyi on saniye yapamazsınız ama on saniyenizi daha iyi planlayabilirsiniz.
Her neyse, bazı şeylerden eksik bazısından fazla devam ediyoruz işte. İşin duygusal tarafı da var tabi. Hele benim gibi, mutluluk ve huzuru hayatta her şeye tercih edebilecek biriyseniz bu daha önemli oluyor. Bazen hiç sevmeyen kadar soğuk, terkeden kadar cesur veya mücadele eden kadar asil olabilmek lazım bence. Kim bilir belki Bertuğ Cemil’in dediği gibi, yağmur geri verecek buharlaşan sevgimizi…
Rüyadan öte, hayalden gerçeğe bir dünya işte.