Gezi Yazılarım

Sırbistan İzlenimlerim

Bu içerikte sizlerle Sırbistan izlenimlerim ve ülkede gezilecek yerler hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Daha önce balkan turu yapma planım vardı aslında. Tüm gezilecek yerler, uğranılması gereken noktaları tek tek belirlemiş 10 günlük bir gezi planı yapmıştım. Ama arkadaşlarımın dahil olamaması nedeniyle planı rafa kaldırmak zorunda kaldım. Balkanlarda bir ülkeyi gezmesem içimde kalacağını bildiğim için Sırbistan planı yaptım.

3 aylık Mogadishu maratonundan sonra sıra tatile gelmişti ve Sırbistan için 5 günlük bir plan yaptım. Çalıştığım şirketten Gökhan kardeşimde plana dahil oldu ve bende zaten yalnız gezmek istemiyordum. Atlas Jet ile gidiş dönüş biletleri aldık ve gezi planını yapıp beklemeye koyulduk. Konaklama için ilk gün otel, sonrası kiralık ev şekilde planlamıştık. Vakit kalırsa Novi Sad’ı gezme planımızda vardı ve iyi ki oraya da gitmişiz.

Atatürk Havalimanı Dış Hatlar’da bir şeyler atıştırdıktan sonra uçuşumuzu takip ederek sorunsuz bir şekilde yolculuğa başladık. Sırbistan sınırına girdikçe havadan gözlemlemeye başladım. Tarım alanları ve yeşil alanların bolluğu dikkatimi çekti. Gerçekten mütevazi bir köy yaşantısı görüyordum sadece.

Havadan Belgrad

Havadan gördüğüm kadarıyla Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği platoda yer alan Belgrad, renkli ama sade bir yerdi. İlk izlenim önemli olduğu için ayrıca belirtmek istedim. Özellikle yeşil alanların ve tarım arazilerinin sınırlarının belirgin olması, sanki Age Of Empires oyunundaki gibi özenle böyle yapılması ilginç ve estetik geldi.

Emniyetli bir iniş sonrası ülkeye girişimizi yaptık. Fakat pasaport polisinin sabırları zorlayan soruları ve tavırları bazı arkadaşların sabırlarını zorlayabilir. AB ülkelerinin baskısı nedeniyle gerçekten yoğun bir soru bombardımanı ve baskıyla ülkeye giriş yapabiliyorsunuz. Özellikle Türklere karşı veya Türkiye’den gelenlere karşı bunu tam anlamıyla uyguladıklarını söyleyebilirim. Pasaport işlemlerimizi hallettikten sonra, küçük bir miktarda dolarımızı Sırp dinarına çevirdik ve kendimizi garantiye aldık. Sonradan çok ilginç gelecek ama uluslararası bir para birimi olan dolar ülkede taksiler ve oteller dışında geçmiyor. Tek kabul ettikleri Euro ve Sırp dinarıydı. Paramızı bozdurduktan sonra taksiye binerek Republic Square’a 2 dk mesafede olan otelimize doğru yola koyulduk. Taksi şoförü Sırbistan-Kosova savaşında görev alan bir sınır polisi olunca hikayelerini dinlemeye, bir yandan da etrafı gözlemlemeye devam ettik. Gerçekten çok şaşıracağınız bir şekilde yeşillik alan ve bilimum ağaç çeşidi dikkatimi çekmişti. Normalde şehir merkezine yaklaştıkça bunun azalmasını beklersiniz ama tam tersine daha fazla yeşillik alan gördüm. Otelimiz hemen Sırbistan Ulusal Müzesi yanında olduğu için iner inmez bir selfie yaptık.

Sırbistan Ulusal Müzesi selfie

Bir günlük konaklama yapacak şekilde rezervasyon yaptığımız otelimize geçerek, yükümüzden kurtulup Republic Square’ı gezme ve güzel bir yemek planı yaptık. Mesafeye bakarak yürümeye karar verdik ve yola koyulduk. Şehir merkezindeki evlerin mimarisi ve bozmadan bugünlere gelebilmesi güzeldi. Sava Nehri üzerinde yer alan Ada Köprüsü yanında güzel bir restauranta gittik. Garsonun önerisiyle kendimize bir ziyafet çekerek 2. günün planında yer alan Kalemegdan’ı ve çevresini haritadan inceleyerek bilgilerimizi teyit ettik.

Ada Köprüsü

Yemek sonrası dünyaca ünlü eğlence mekanı Mr. Stefan’a doğru yürüyerek yola koyulduk. Geç saatlere kadar eğlendikten sonra Hangover tarzında otele dönüşümüz gece 03.00’ı buldu. Sabah erken uyanıp Booking aracılığıyla ev kiralamamız gerekiyordu. Bunun bilinciyle sabah kalktık ve otele sadece 5 dk yürüme mesafesinde bulunan eve doğru yola koyulduk.

Ev sahibimiz çok misafirperver bir şekilde bizi karşılayarak evi tanıttı ve yerleşmemize yardımcı oldu. Ev resmen Knez Mihailova caddesinin tam ortasında, merkezi bir konumdaydı. Evin camından cadde de yürüyen insanları çok rahat izleyebiliyorduk. Cadde üzerinde yürüyerek sonunda yer alan Kalemegdan’ı gezmek için evden çıktık.

Knez Mihailova

Cadde üzerinde yürürken en çok dikkatimi çeken Sırpların bay-bayan farketmez uzun boylu olmalarıydı. Kalemegdan’a gelmeden hemen önce piton yılanı dikkatimi çekti ve bir fotoğraf çektirmeden es geçmek istemedim. Güzel bir hatıra olarak kalmalıydı.

Piton yılanı

Kalemegdan’a vardığımızda yine o çimler, ağaçlar ve yeşilliğin bolluğu göz kamaştırıyordu. Bu şehirde yaşayan insanların ne kadar stressiz yaşayabileceğini düşündüm. Düşünsenize işten çıkıyorsunuz ve burada yapacağınız bir yürüyüş sizi jenerasyon sürecine sokuyor ve yenileniyorsunuz. Hele İstanbul’da yaşayan insanların çok imreneceğini düşünüyorum. Benim zaten memleketim(Muğla) yeşillik ve denizin birleştiği bir doğaya ev sahipliği yapıyor.

Kalemegdan’ın girişinde çeşitli hediyelik eşyalar satılan uzunca bir yol vardı ve gerçekten hatıra olarak satın alabileceğiniz bir çok şeyi burada bulabilirsiniz. Yine yemyeşil yollardan geçerek Sovyet tanklarının sergilendiği, kalenin avlusuna geldik. Bilimum tank çeşidi ve roketleri inceleyerek o Battlefield’ın soğuk savaş esintilerini yakalayabilirsiniz. Benim aklıma ilk gelen “The Pianist” filmi olmuştu.

soy
Sovyet tankları

Yugoslavya tarihini biraz hissettikten sonra kalenin en güzel manzarasına doğru yolumuza devam ettik. Evet tam da hep bahsedilen şehir panoramasının bulunduğu yere gelmek üzereydik. MS 378 ve 441’in arasındaki dönemde Roma kampı, Got ve Hunlar tarafından defalarca istilalara maruz kalan bir mekan Kalemegdan. Hatta efsaneye göre, Sava ve Tuna’nın birleştiği bölgede, kalenin altında Attila’nın mezarı olduğu iddaa ediliyor.

Doğa ve yeşille iç içe geçmiş dokusu, çevrede dolaşan aşıkların ve çiftlerin enerjisini burada hissedebiliyorsunuz. Kalemegdan; gölgesinde dinlenebileceğiniz banklar, göz alıcı heykeller, sanat sergileri, hayvanat bahçesi, eğlence parkları, hediyelik eşya stantları gibi keyifli bölümlere sahip.

Kalemegdan’ı ve Sava Nehri’ni biraz daha yüksekten izlemek üzere kalenin surlarının üstüne çıktık. Gün batımı manzarası zonrası oluşan görüntü gerçekten izlemeye değerdi. Ardından eve doğru yürüyerek yola koyulduk ve ikinci günü Kalemegdan ile tamamladık.

Kalemegdan gün batımı

Eve vardıktan sonra güzel bir uyku çekmeden önce, diğer gün gezmeyi planladığımız Aziz Sava Katedrali, National Bank of Serbia, Nikola Tesla Müzesi ve Yugoslav Tarihi Müzesi’ni internetten inceleyerek biraz fikir sahibi olduk.

Güzel bir Belgrad sabahına uyanıp evimize hemen 2 dk mesafede, Knez Mihailova caddesi üzerinde kahvaltı yapabileceğimiz bir cafe bulduk. Menüye baktığımda ilk gözüme çarpan Greek  tostunu denemeye karar verdim ve pişman olmadım. Kahvaltı günün en önemli öğünü olduğu için güzel bir başlangıç yapmak önemliydi.

Greek tostu

Kahvaltı sonrası taksiye binerek Yugoslav Tarihi Müzesi’ne gitmek üzere yola çıktık. Müze haritasından da göründüğü üzere 5253 m2 alana sahip gerçekten büyük bir müzeydi. House of Flower, Storage, 25 Mayıs Müzesi ve Eski Müze olmak üzere 4 bölüme ayrılan müzeye giriş yaptık. Belgrad’ın her yerinde olduğu gibi burada da ciddi bir botanik çalışması yapılmış ve çevre düzenlemesi profesyonelce düzenlenmişti.

Yugoslav Tarihi Müzesi

Mareşal Tito’nun da mezarının olduğu müze, şehrin güney kısmında yer alıyor. Özellikle şehrin iki önemli futbol kulübünden olan Partizan takımının stadı yakınlarında yer alan müze aynı zamanda geniş yeşilliklerin içinde bir park havasında.Sırbistan tarihi için gerçekten önemli ve görülmesi gereken bir yer olarak kesinlikle öneriyorum. Özellikle “Storage” kısmında Tito’nun özel eşyaları, Osmanlı zamanından kalan tarihi eserler, 27 Mayıs Yugoslav Darbesi’nin izlerini taşıyan pano ilanları, Sırp kadınlarının başarılarını simgeleyen küpürler ve bir daha çok şey tarihlerini sahiplenmelerini görmek açısından önemliydi.

27 Mart 1941’de Yugoslavya Krallığı’nın başkenti Belgrad’da meydana gelen askerî darbe ile ilgili askerlerin ve halktan insanların sakladığı özel eşyalar ve günlükler müzede sergilenmektedir.Darbe, 1938’den beri birçok darbe planıyla özdeşleştirilen Hava Kuvvetleri Komutanı Dušan Simović’in bilgisi dahilinde, batı yanlısı bir grup ve Sırp Yugoslav Krallık Hava Kuvvetleri çalışanı tarafından planlanmış ve gerçekleştirilmiştir.

Sırp kadınları

Şimdi sizi müzede dikkatimi çeken eserlerle ilgili bir galeriye bırakıyorum.

Müzeyi didik didik ederek gezdikten sonra Aziz Sava Katedrali’ne doğru yola koyulduk. Yürüme mesafesi olduğu için taksi kullanmadık. Yolda bir cafeye uğrayarak çay ve baklava molası verdik. Bir Antep baklavası değildi tabii ki. Osmanlı Paşası Sinan Paşa tarafından 1595’te Sava’nın gömüldüğü düşünülen yere kurulmuş olan kilise mevkisi sebebiyle Belgrad şehir görünümünde göze çarpmaktadır. Her ne kadar, bir piskoposun yeri olmayışı sebebiyle – Belgrad Metropolitan Piskoposu’nun mekânı Aziz Mikail Katedralidir – teknik anlamda katedral olmasa da yabancı dillerde büyüklüğü ve önemi sebebiyle sıklıkla katedral olarak anılır. Katedral; altın kaplama ikonostasisler, duvarlar ve kemerlerin üzerindeki ikonlar 19.uncu yüzyılın en ünlü Sırp ressamlarından biri olan Dimitrije Avramović tarafından yapılmıştır.

Aziz Sava Katedrali

Katedrali gezdikten sonra günün son durağı olan Belgrad Zoo’ya doğru devam ettik. Kalemegdan’ın hemen yanında yer alan bu hayvanat bahçesi çeşitli hayvanlara ev sahipliği yapmakta.

Ayılar

Hayvanat bahçesinden sonra internette gördüğüm ve çok bahsi geçen, Belgrad’ın bohem bölgesi Skadarlija sokaklarında dolaşmaya başladık. İnsanların kendince hoş bir sohbete daldığı, şehrin en sakin yerlerinden biri Skadarlija…

Skadarlija

Skadarlija’da dolaştıktan sonra Knez Mihailova’da bir tur daha yaparak eve geçtik. Yarın araç kiralayıp Novi Sad’ı gezmeye gideceğimiz için güzelce bir uyku çekmeliydik.

Knez Mihailova Caddesi

Belgrad’da geçireceğimiz son günümüzü Novi Sad’a ayırmıştık. Aracımızı kiralayarak yaklaşık 72 km mesafedeki Sırbistan’ın ikinci güzel şehrine doğru yola çıktık. Yolda giderken yine doğayla iç içe tarım arazileri ve yeşilin tonları dikkatimizi çekmişti.

Novi Sad’a vardığımızda şehrin insanlarına ve tarihi dokusuna hayran kalmıştık. Böyle cıvıl cıvıl ama kendi halinde insanlarıyla kalbimizi kazanmıştı.

Özgürlük Meydanı

Novi Sad, 19. yüzyılda Sırp kültür başkenti olduğu için şehrin takma adı Sırp Atinasıdır. 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında hemen hemen her Sırp romancı, şair, hukukçu ve gazeteci Novi Sad’da yaşamış veya çalışmıştır. Bu da şehrin tarihi dokusu ve kültürel mirasını bize hissettirmesinin basit bir nedeniydi. Hemen hemen her turiste karşı sıcak ve samimi davranışlar sergileyen ve oldukça yardımsever olmayı huy edinmiş yerel vatandaşlar, şehri daha cazip kılıyor.

Petrovradin kalesinin yanında gördüğümüz balık resturantlarından birini tercih ederek akşam yemeğini burada yedik. Restaurantın yanında yer alan köprünün manzarası muhteşemdi.

Varadin Köprüsü

Yemek sonrası Petrovaradin Kalesi’ni gezmek ve şehir manzarasını görmek için sabırsızlanıyorduk. Fazla vakit kaybetmeden kaleye çıktık. Kaleye araç girişinde herhangi bir kısıtlama olmamakla birlikte halka açıktı.

Petrovaradin Kalesi gece

Tabii ki gece şehir manzarasını paylaşmadan es geçmeyeceğim.

Novi Sad manzarası

Bonus olarak kalenin havadan çekilmiş görüntüsü de burada dursun.

Petrovaradin Kalesi

Kaleyi gezdikten sonra şehre geri dönerek neoklasik mimarisiyle Katolik Meydanı’nda turladıktan sonra Novi Sad’ın ara sokaklarında kaybolmak istedik. Çünkü şehir size resmen keşfetmenizi fısıldıyordu.

Katolik Meydanı

Sabah erken saatlerde yola çıkarak Belgrad’a gelmeden önce uğramayı planladığımız Zemun’u es geçmek istemedim. Malum Gardos Tower’ı görmeden ayrılmak olmazdı. Zemun bölgesinde yer alan taihi kule ile nehir manzarası harikaydı.

Gardos Tower

Gardos Tower sonrası eve gelerek valizlerimizi hızlı bir şekilde topladık. Koştura koştura hediyelik dükkanına girerek hediyelerimizi aldık ve araç kiraladığımız bayanın bizi havalimanına bırakmasıyla Belgrad gezimizin sonuna geliyorduk. Ama hala Novi Sad’ın güzelliğinin etkisinden çıkamamıştık. Şehrin cazibesi gerçekten Belgrad’dan kat be kat fazlaydı. Havalimanının içinde dönüş uçağımızı beklemektense, zaman kalırsa gidebileceğimizi düşündüğüm havacılık müzesine uğramaya karar verdik. Sizi bu güzel havacılık müzesinin fotoğraflarıyla baş başa bırakarak Sırbistan izlenimlerimi noktalıyorum. Bu arada tek içimde kalan, gezi planımda yer alan Nikola Tesla Müzesi’ydi. Novi Sad’ın etkisinden kurtulamayıp sabahladığımız için kendimize zaman sıkışıklığı yarattık ve müzeye gidemedik. Ama Novi Sad için değerdi, artık bir daha ki sefere…

Ve Sırbistan’a veda…

Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Başa dön tuşu
0
Would love your thoughts, please comment.x